MADEN İŞ SENDİKASI

PATRON-İŞÇİ İLİŞKİSİ

  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Yorumlar
0
İŞ GÜVENLİĞİ VE ÜRETİM BİRBİRİNİN KARŞITI MIDIR?
haber altı 2 komulabilir
haber İçi
Değerli Somalılar, katliamın yaşandığı günden bu yana hiçbir görüşümü basın ile paylaşmadım. Acımız çok büyük. Bugün geldiğimiz noktada konuya çok geniş açıdan ve ana hatlarıyla bakmanın yurttaşlarımız açısından da faydalı olabileceğini düşünüyorum. Sorunumuz sistem sorunudur. Her sistem kendi insan tipini yaratır ve yaratmıştır. Konuya ilişkin yazdıklarımın kişilerden çok, yapısal sorunlara dönük olduğunu da belirtmek isterim. 
Tarihin en büyük madenci katliamının yaşandığı kent Soma… Öncesine dair ve sonrasında yaşananlarla ilgili çok şey söylenecektir ve söylenmelidir de. Emek-sermaye- üretim-sendika-taşeron-kar-denetleme-hukuk-siyaset vb. unsurların birbirleriyle olan ilişkilerini, eski tanımların kavramların yerli yerinde durup durmadıklarını, anlamını ve tanımını yitirmiş kavramlarla yapılan analizlerin bir yere oturtulamadığını vb. konuların hepsinin konuşulması gerekmektedir.
2000’li yıllara doğru tarım yavaş yavaş tasfiye edilirken, ortaya çıkan işsizler ordusunun toplumsal bir tepkiye yol açmadan nasıl bir çözüme kavuşturulabileceği çok ciddi bir sorun olarak ortada durmaktaydı. İktidara geldikten 6 ay sonra çıkarılan taşeron yasası ile AKP bu sorunun çözümüyle ilgili bir adım attı. Böylelikle tarım yapamayan işsiz kitlenin, bir şekilde iş bularak, işsizler ordusu içinde yer alması engellendi. Toplumsal tepkinin oluşması önlendi. İkinci olarak sermayeye ucuz ve güvencesiz bir iş gücü sağlanmış oldu. Üçüncü olarak da AKP bazen tehditle, bazen din sömürüsü ile bazen gıda kömür yardımlarıyla kontrol ettiği ve iktidarının devamında her zaman destekçi olacak olan bir seçmen tabanını yaratmış oldu.
Bunlardan neden bahsediyoruz? Bahsediyoruz çünkü Soma’yı ve Soma’da yaşananları bunları bilmeden açıklayabilmemiz ve anlayabilmemiz mümkün değildir.
Belki bu çok ayrıntılı konunun belli başlıklarla analiz edilmesi daha uygun bir yöntem olacaktır.
PATRON- AKP İLİŞKİSİ
Hükümet ya da AKP, Rödovans (Kiralama) ya da Hizmet alımı yöntemlerini uygulamak sureti ile yer altı işletmeciliğini özel şirketlerle yapma kararı aldı ve yer altı üretiminden devlet tamamen çekildi. Yer altı kömür üretimini tamamen özel sektöre bıraktı. Bunu yaparken yukarıda özetlediğimiz hedeflere ulaştı.
Bazen açık ihale ile yaptığı rödovans yöntemli kömür sahası tahsisini gerçekleştirdi. Bazen de sahayı istediği şirkete verebilmek için hizmet alımı yöntemini kullanarak, kömür sahalarını tercih ettiği patrona doğrudan verebildi. Bu yolla kendine borçlu bıraktığı maden patronuna her istediğini yaptırma ve kullanma şansını buldu. Nasıl mı? Bazen seçim dönemlerinde işçileri otobüslere doldurarak mitinglerine kalabalık yapmak üzere taşıtan AKP, bazen seçim dönemlerinde patronlardan maddi katkılar aldı. Bazen de 30 mart seçimlerinde olduğu gibi Soma Kömürleri şirketinin genel müdürünün eşini AKP’den belediye meclis üyesi seçtirdi. Böylelikle o madende çalışan işçilere siyaseten nereye oy vermeleri gerektiği noktasında çok açık mesaj vermekten de kaçınmadı.
Özel maden şirketlerinin ürettikleri kömürün tamamını alma garantisi de patronlar için çok önemli bir güvence idi.
Böylesine iç içe geçmiş ve siyaset ticaret ilişkiler yumağının, sarmalının, sadece Soma ölçeğinde kaldığını söylemek safdillik olur. Aynı patronların Türkiye’nin başka bölgelerinde farklı iş kollarında da benzer yakın ilişkileri devam ettirdiklerini tahmin etmek için kâhin olmaya da gerek olmadığını söylememiz lazım.
PATRON-SENDİKA İLİŞKİSİ
Bunda da açıklanacak ne var canım diyebilirsiniz? Ancak o kadar çok şey var ki… Sendikalaşma oranının yüksek olması teorik olarak emekten yana olan sıradan yurttaşlar için olumlu bir veridir. Öyle ya Sendika kendi örgütlü kurumu olan işçilerin kendisine üye olması sonucunda çok güçlü bir duruma gelecektir. Ve işçi haklarının, ücretlerinin iyileştirilmesi konusunda üretimden gelen gücünü kullanarak da işçilerimiz pek çok kazanım elde edeceklerdir. Teori budur değil mi? 
Şimdi Soma’da olana bakalım. Patron kendi işletmesinde çalışan işçileri ellerinden tutup Sendika’ya götürür. Pek çoğunu üye yapar. Bu üyelerle gidilen delege seçimlerinde kendi istediği isimlerin delege seçilmesini baskı ile yönlendirme ile sağlar. Sonra da bu patronun onayından ve tercihinden geçmiş delegeler Genel Kurul’da yine AKP’nin ve patronların güvenine layık kişilerden oluşan Sendika yönetimini seçerler. Şimdi bu yolla ortaya çıkmış bir Sendika örgütünün işçilerin hakları konusunda bir kazanım elde etmesi söz konusu olabilir mi? Velev ki buraya seçilen arkadaşlar çok iyi niyetli bile olsalar, o makamlara gelişlerinde etkili olmuş kişilere ne kadar karşı çıkabilirler. Ne kadar dik durabilirler? Bu yüzden şu anda iş-emek-çalışma dünyasının en büyük sorunlarından biridir Sendikalar ve Sendikacılık. Tanımlanması ve yeniden oluşturulması gereken en temel sorunların belki de başında gelmektedir
 
 

Tarih = 301 MAYIS 2014…(bölüm 2)

Değerli Somalılar, acımız çok büyük. Bugün geldiğimiz noktada konuya çok geniş açıdan ve ana hatlarıyla bakmanın, yurttaşlarımız açısından da faydalı olabileceğini düşünüyorum. Sorunumuz sistem sorunudur. Her sistem kendi insan tipini yaratır ve yaratmıştır. Konuya ilişkin yazdıklarımın kişilerden çok, yapısal sorunlara dönük olduğunu da belirtmek isterim. Düne ilave olarak düşüncelerim şöyledir. 

PATRON-İŞÇİ İLİŞKİSİ

Vahşi kapitalizmin en yüksek miktarda üretim en yüksek oranda kar elde etme düşüncesiyle, iş güvenliğinden ve işçi maaşlarından tasarruf ederek vardığı nokta ortadadır. 301 can. Sonuç olarak kar edilmiştir ama insan yaşamından tasarruf edilerek bu yapılmıştır. Türk-iş başkanı diyor ki; TKİ yetkililerine göre en fazla 1.5 milyon ton üretim yapılabilecekken 3, 3.5 milyon tona çıkarılmış üretim. 400 kişinin çalışmasına uygun bir sahada 800 kişi çalıştırılmış. Peki, bunları siz bugün mü öğrendiniz? Patronun sınırsız kar etme hırsının önüne çıkması gereken en önemli güç sendikalar değil miydi?

Konuştuğum bir işçi bana şunu söyledi. “Bandın makarasını bandı durdurmadan değiştiriyorduk ağabey” Böyle bir işletmede herhalde makinelerin bakımları düzenli yapılıyor muydu gibi bir soru sormaya da gerek kalmıyor. Vardiya değişikliklerinin yer altında yapılması isteniyor. Neden? Çünkü yer üstünde olursa 10 dakika üretim gecikir maazallah.

İşçilerin söylediğine göre bir günlük eğitimden sonra ertesi gün işbaşı yaptırılıyordu. Ama kağıt üzerinde meslek yüksek okulunda 5 günlük eğitim almış görünüyor tüm işçiler. Kitabına uydurulma hali…

Yeraltında mazotlu taşıtların kullanıldığını duyduğumda öncelikle inanmamıştım. Ama aynı şirketin diğer ocağının işletme müdürü de bunu doğrulayınca pes demekten başka çare kalmıyor. Bu derece önemsiz bir durum, iş güvenliği.

Madenlerde çalışmak zorunda kalan işçilerin karşısındaki ikinci seçenek ise işsizlik. Ya madende kelle koltukta çalışacaksınız ya da işsiz kalıp dileneceksiniz. Bunu patron çok iyi kullanıyor ve işçi sıkıntısı çekmediği için işçi maaşlarını ve iş güvenliği konularını istediği noktalarda tutuyor, tasarruf (!) ediyor ve karını bu yolla maksimize edebiliyor.

Alt taşeron denilen belki de üretimin en önemli unsurunu atlamak mümkün değil. İşletme müdürlerine göre taşeron yok, “ekip şefi” var. Bunlar topladıkları 50-80-100 kişilik işçi gruplarını müdüre götürüyorlar. Bu işçiler işe başlıyor. Bu alt taşeron, dayı başı ya da ekip şefi denen kişiler getirdikleri, bu işçilerin yaptıkları üretimden sorumlular. Belli bir miktar ton kömür üretim taahhüdü ile anlaşma yapılıyor. Her alt taşeron kendi ekibinin ürettiği ton başına prim alıyor. Daha çok üretim için işçiyi zorluyor, bu yolla hem kendi primini yükseltiyor hem de patron daha çok kazanıyor. Memnun olmadığı işçiyi kapının önüne koyuyor. Bu yolla ortalama bir işçi maaşı 1200-1300 TL iken dayı başıların maaşları 10-20 bin TL.  Civarlarında seyrediyor. İşte kurulan köle düzeninin işleyişi kısaca bu.

Böylesine gözleri kar ve para bürümüş bir düzende işçi sağlığı ve iş güvenliğinin akla gelebilmesi, gelirse de bu konuda bütçe ayrılabilmesi söz konusu olmuyor.

BÜROKRASİ YANİ ELİ, TKİ BU İŞİN NERESİNDE?

Bu madende üretimin Hizmet alımı yöntemiyle yapıldığı ortaya çıktı. Ortaya çıktı diyorum çünkü toplumun büyük kesimi hatta sendikacılar bile (!) Rödovans denilen kiralama sistemiyle üretim yapıldığını sanıyordu. Farkı şu. Rödovansta her türlü, kaza, üretim, idari, sorumluluk tamamen işyerine ve işletmeye aittir. Hizmet alımında ise kömür sahasının ruhsat sahibi TKİ olduğu için, Üst işveren olarak burada gerçekleşen kaza, işçi hakkı ihlalleri vb. konularda sorumluluk sahibi TKİ yani devlettir.

Bu noktada soruşturmanın neden bürokratlara sıçramadığı sorusu akla geliyor. Tahmin edilen ihtimal ise sözleşmeye eklenmiş olabilecek ve bürokratları sorumluluktan kurtaran bir ek maddenin olması durumu. Bu konudaki karışıklığı ELİ müessese müdürlüğü, bir çırpıda giderebilir aslında. Sözleşmeyi çıkarıp kamuoyu ile paylaşacak. Tüm tartışmalar bitecek. Ama neden korkuluyorsa bu yapılmıyor. Umudumuz savcılığın bu konudaki soruşturmasında…

Bir başka önemli konu da ELİ müdürü ve üst düzey yöneticilerinin sık sık övünerek dile getirdikleri ELİ’nin yüksek miktarda kar ettiği konusudur. Bu konu da aslında özel işletmelerin kar etme hırsı kadar devletin ve dolayısıyla kurumlarının da kar etmeyi, ne pahasına olursa olsun kar etmeyi düşündüklerini bize göstermektedir. Devletin yer altı işletmeciliği yaptığı dönemde tonunu 130 dolar civarına mal ettiği kömürü özel şirket nasıl oluyor da 25 dolar civarına mal edebiliyor? Bu soruyu TKİ ve ELİ kendi kendine hiç sormadı mı? Elbette sordu. Peki cevabını bilmiyor muydu sayın yetkililer? Elbette biliyordu. Cevap açık.  İş güvenliğinden, işçi sağlığından, işçi maaşlarından ve elbette insan hayatından tasarruf ederek bu maliyet yakalanabiliyordu. Üç maymunu oynayan devlet, kurumlar ve onların yetkilileri, şimdi vicdanlarıyla baş başa kaldıklarında hiç rahatsızlık duymuyorlar mı?

Emir aldık yapacak bir şeyimiz yoktu dediklerini duyar gibiyim. ELİ elde ettiği karın önemli bölümüyle fakir fukara kömürünü tüm Türkiye’ye dağıtıyor ve AKP’nin yoksul halktan oy alabilmesi adına fukaralığı sömürme siyasetinin önemli bir örneğinin yaşanmasına aracılık ediyordu. Devlet kurumları, halkının emeğinin sömürülmesinde bir üst yapı oluşumları olarak yerini almış oluyordu.

Kısaca söylemek gerekirse kömür emekçisinin sırtına binmiş kar eden dört unsur şunlardır:

1-Dayı başı, ekip başı ya da alt işveren de denilen kişiler

2-Özel maden işletmesinin patronu, sahipleri

3-ELİ ve TKİ gibi kara geçmeleriyle övünen devlet kurumları

4-Sendika

Acı ama gerçek, bu dört unsur tüm varlığını ve karlılığını maden işçisinin emeğine borçludur.

İŞ GÜVENLİĞİ VE ÜRETİM BİRBİRİNİN KARŞITI MIDIR?

Ne yazık ki böyle bir algı yaratılmaya çalışılıyor. Ne zaman iş güvenliği tedbirleri arttırılmalıdır diye bir cümle kurulacak olsa ama bu madenlerde üretim yapılmak zorundadır cümlesi ekleniyor. Bundan şunu anlıyoruz. İş güvenliği tedbirleri yeterli olmadan üretim yapılmaya o kadar alışılmış ki bu konuda bir denetim olursa madenlerin kapanacağı ve dolayısıyla üretimin duracağı bir tehdit gibi ekleniyor.

Bir ülkenin yer altı kaynakları o ülkenin zenginliğidir.  Ve bu zenginlik yerüstüne çıkarılmadan da bir anlam ifade etmemektedir. Kuşkusuz üretim yapılmalıdır. Bu güne kadar üretimin yapılma koşulları iş güvenliğinin çok eksik olduğu koşullardır. Şimdi ise çalışma şartları bu kadar kötü madenlerin denetlenmesi istenmemektedir. Eski kara düzende üretime devam edip belli aralıklarla madenci kayıplarını fıtrat deyip geçiştirmenin yolları aranmaktadır.

Oysaki tam tersine iş güvenliği tedbirlerinin alınması ve üst düzeye çıkartılması üretimin daha iyi koşullarda yapılmasını ve kalıcı, uzun süreli ve güvenceli bir iş yaşamının da tesisini sağlamış olacaktır. Yani iş güvenliği ve uzun süreli verimli üretim birbirinin düşmanı değil birbirinin kardeşidir.

Sonuç olarak, belki daha söylenebilecek çok şey var. Ayrıntılarda, teknik olarak, hukuki olarak, siyasi olarak pek çok konu dile getirilebilir. Ancak kalın çizgide ve özetle söylenebilecekler bunlardır diye düşünmekteyim. Allah böyle bir acıyı bir daha bu millete yaşatmasın diyoruz kuşkusuz. Ama dua yetmez, akıl ve tedbir gerekir.” Fıtrat” deyip kimse, kendi yükümlülük ve sorumluluğunu yüce yaratanın üstüne yıkmaya çalışmasın. Bu çok günahtır, ayıptır, yazıktır.

Saygılarımla

 CHP SOMA İLÇE BAŞKANI

 MURAT BAYRAMOĞLU

 
 
 
 
 
Anahtar Kelimeler:

  • 0
    SEVDİM
  • 0
    ALKIŞ
  • 0
    KOMİK
  • 0
    İNANILMAZ
  • 0
    ÜZGÜN
  • 0
    KIZGIN
Somalı Madenciler sessiz yürüdüÖnceki Haber

Somalı Madenciler sessiz yürüdü

Vahşi MadencilikSonraki Haber

Vahşi Madencilik

Yorum Yazın

Başka haber bulunmuyor!

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar